Ana içeriğe atla

Muhtelif,Manifesta 7,Oil welfare&Fair oil




İstanbul a havaştaki "lavaş" konumunda indim.Böyle bir lavaşın içinden acı yok acı yok diye sayıkladığını bir düşününyani savaşma söğüş.Uykusuzluk çok kötü birşey uyuyamamaksa cehennem,uyanmaksa bakırköyden taksime kadar kırmızı beyaz dali posterlerinin deli, dahi, dali(3d) conseptinin mükemmel gerçekliğiyle harmanlanmak demekmiş,unutmadan buna hava muhalefetini de ekleyelim.



VE VE PETROL ÜZERİNE


"Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir"
Churchil.

Kitaplarımın arasında göz gezdirirken "Fareed Zakaria"nın şans eseri bir cümlesine rastladım."Fareed Zakaria", dünyanın Norveç, İngiltere ve ABD dışındaki(neden dışında bu arada) tüm petrol devletlerinin diktatörlükler olduğunu ileri sürmektedir: “Petrol, -tıpkı diğer doğal kaynaklar gibi- kapitalizmin sivil toplumun ve demokrasinin gelişimine katkıda bulunmaz. Aslında, bu süreci sekteye uğratır. Topraklarında define bulunan ülkeler, ekonomik büyümeyi ve orta sınıfın gelişmesini sağlayan kanunlara ve politikalara ihtiyaç duymazlar.” The future of Freedom: Illiberal Democracy of Home and Abroad ( W. W. Norton, 2003 )

İşte bu gerçekten büyük bir soru!!
Neden doğal zenginlik insan haklarının gelişmemesine yol açıyor?

Bir doğal zenginliğin keşfi ile liberal demokratik yönetimin gelişimi arasında neden mantıksal bir bağ kurulmaz?cevap şu;Petrol'ün insan haklarına saygı söyleminde müthiş korkunç bir etkisi var.Bu ortak tartışmamızda kendi içimde sorduğum sorulardan birincisi.Ekonomik özyeterlilikle ölçülen bir dünyada bir damla petrol bir damla kandan daha değerli.Bu bir çeşit lanet.

Sen gelmeden önce her yer karanlık
Dünya ıssız dünya durgundu bilmem niçin
Her yerde aradım tatlı bir ışık
Bir ateş bul gönlümü ısıtmak için



Arkalarında hırpalanmış toplumlar bırakan misyoner sömürgeciler ve İnsan haklarının bir Batı değeri olduğunu düşünmeye alışkın olan biz arasındaki kafkaesk ilişki sonsuza kadar sürüyor.(Rüşvet, klientalizm, kayırmacılık ve kabilecilik gibi bütün patronaj pratikleri)dünyada örneklerine baktığımızda Angola da ve Nijerya da ne gibi yıkımları gözönüne getirdiğini şu andan gözlemleyebiliyoruz.Sivil toplum demokrasisi zayıflarken periyodik seçimler, siyasal partiler, mahkemeler göstermelik bir demokrasinin araçlarına kolayca dönüşebiliyorlar.

Sen gelince sanki bir güneş doğdu
Aydınlık günüm gecem artık çok güzel hayat
Sanki herşey birden bambaşka oldu
Sensiz ne kadar zormuş meğer ne güçmüş hayat

Küresel ekonominin çevçevelendirme işlemi çok sivri ve her yerde kendini duyulur kılan ekonomik belirlenim çok keskin.Ben doğal zenginliğin artı değeriyle birleşen bir refah devletinden farklı olarak türkiyede yaptığım şeyi bu tartışmada anlatmaya çalıştım,umarım anlatabilmişimdir...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto By James Engelhardt Ecopoetry is connection. It’s a way to engage the world by and through language. This poetry might be wary of language, but at its core believes that language is an evolved ability that comes from our bodies, that is close to the core of who we are in the world. Ecopoetry might borrow strategies and approaches from postmodernism and its off-shoots, depending on the poet and their interests, but the ecopoetic space is not a postmodern space. An ecopoem might play with slippages, but the play will lead to further connections. Ecopoetry does share a space with science. One of the concerns of ecopoetry is non-human nature (it shares this concern with the critical apparatus it borrows from, ecocriticism). It certainly shares that concern with most of the world’s history of poetry: How can we connect with non-human nature that seems so much more, so much larger than ourselves? How can we understand it? One way

Art in İsolation Online Exhibition / Santa Clarita

Art in İsolation Exhibition Virtual  Link

Satın Alınamayan Ortak Kader “Yeni Normal”

Yeni normal.Şu günlerde oldukça duyduğumuz bu kavram  tuhaf ve ıssız olan bir uzamda huzursuzluğun kaygıya doğru  birleşme yarattığı noktada var olmakta.İçimizde bulunduğumuz gerçeklik şimdilerde böyle tarif ediliyor.Acaba gerçekten böyle mi? Yeni ve normal mi?Yeni olan gerçeklik acaba normalleştirici mi?  Bugünlerde çoğu insan nasıl normalleşeceğimiz konusunda tartışıyor, kakafonik tarzda bu tartışmalar hiçbir  şeyin eskisi gibi olmayacağını ifade eden gürültülü haber bültenlerine yakın benzerlikte yorumlarla beraber buharlaşıyor.Aslında anlamların, kavramların,temsillerin ağına yakalanan  vahşi anlamsız  bedenler olduğumuz gerçeği (Erasmusvari tabiriyle bir  “homo bulla”)ile karşı karşıyayız.Bunun yanı sıra insan hayatında korku ve izalosyonun tam ortasındayken derin ve olumlu bir değişim olabileceği inancıyla uyanıyoruz.Kapitalizmin rasyonalitesi ve şiddetli sonuçları olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizlikle karşı karşıya kalan insanlar olarak kendi “elleriyle” işledikler