Ana içeriğe atla

FLASH ATOLYE/// İzmir’de bağımsız bir sanat mekânı// Istanbul Art news


İzmir’de sanatçılar Ne /Nasıl /Nerede /Kimin için üretir? Üretimlerini nasıl besler ya da nasıl, nerede sunar gibi soruların görünürlük kazanması hayati önem taşıyor. İzmir’de güncel sanatın görünmeyen envanterini kayıt altına almak adına İzmir’in kâr amacı gütmeyen yeni sanat mekânı Flash Atölye’nin kurucusu Fırat Erdim’le görüştük.


 | 08 Tem 2013

M.D/Fırat,  eşin Olivia ile birlikte Karşıyaka’da Flash Atölye adında, kâr amacı gütmeyen bir mekânınız var. Burası birçok yabancı ve yerli sanatçıya ev sahipliği yapmakta. Flash Atölye’nin nasıl ortaya çıktığını anlatabilir misin?

İzmir doğumlu olmama rağmen geçen yaza kadar ABD’de yaşıyordum. O sürede, iki-üç yılda bir, İzmir’e kısa ziyaretler için geldim ama geçen sene eşim Olivia Valentine, burada bir sanat projesi gerçekleştirmek için bir yıllık burs kazanınca ikimiz de çok heveslendik. Şikago’daki apartmanımızı ve atölyemizi depoladık. Ben Temmuz’da vardım, Olivia da bir ay sonra. Gelmeden önce ilk işimin uygun bir atölye mekânı bulmak olduğuna karar vermiştim. Vardığım akşamın sabahı, jet-lag yüzünden saat 4 civarı kalkıp yeni atölyemi bulmak için yola koyuldum.
Atölye // Flash mekan olarak ufak ama iki tarafı cam, vitrin olarak büyük bir yer. Tek bir yerleştirme için uygun. Karşıyaka Çarşısı’ndaki Sırrı Bey Pasajı’nda. Cooper Black yazı tipinde “Flash” da, eskiden orada işleyen Flash Terzi’den miras. Bir sanatçı olarak onlardan bir şeyler öğrenebileceğimi düşündüğüm için. Şimdi komşularım olarak bildiğim Berber Ahmet Abi, Manikürcü Gül Abla, Terzi Arif Abi, Giritli/Los Angeles’lı dövmeci Arda ve Yufkacı Yiğit arasında çalışma fikri hoşuma gitti. O mekânda çalışıp iş ürettikçe, bu deneyimi başkalarıyla, Şikago ve New York’taki arkadaşlarımızla paylaşmak istedim. Dediğim gibi ufak bir yer. Tek bir işle mekân doldurabilir. Olivia’yla sevip saydığımız sanatçı ve mimar arkadaşlarımızı davet ettik. Ya bir sergi için iş göndersinler ya buraya gelip bizim konuğumuz olarak Flash Atölye’de bir şey üretsinler ya da bize talimat göndersinler ki biz isteklerine göre bir iş üretelim, bir etkinlik yaratalım istedik. Amaç sadece paylaşmak değil, aynı zamanda biraz da işbirliği yapmak. Bu bizim için çok yeni, farklı bir deneyim oldu.

M.D/Fırat, davet ettiğin sanatçı dostların bizim şimdiye kadar tanıma fırsatı bulamadığımız, işlerini daha önce  görmediğimiz isimlerdi. Samantha Bittman, Tonia Klein, Nicole Seisler, Liene Bosquê  bunlardan sadece birkaçı. Aralarında burada kısa süreli kalıp üreten sanatçılar da var. Mekânı deneyimleme konusunda örnek vermek gerekirse; Samantha’nın Flash Atölye’de yaptığı sergi çok etkileyiciydi. Bu kentte, tabiri caizse bir yabancı olarak ve belli bir süre için bu sergileri düzenlerken kentin senin üzerinde bıraktığı izlenimleri merak ediyorum.

Aslında Flash’ta şimdiye dek yaptığımız her proje bu yeri, bu şehri farklı açılardan görmemi sağladı. Mekânın iki camı bir adet gözlük oldu benim için. Mesela Samantha’nın buradayken yarattığı işler bu anlamda benim için de çok etkileyiciydi. Kendi ördüğü dokunun üzerine yaptığı resimler, boyanın altında kalan, boya tarafından örtülen dokunun özelliklerini ortaya çıkarıyordu, gözden kaçanı görülür hale getiriyordu. Genellikle sıfır olarak görünen araziyi, alt yapıyı değerlendiriyordu. İzmir için de en değerli şeyler aslında dağların, denizin, iklimin güzelliği, toprağın ve denizin verimliliği, derin kültürel tarihi ve çeşitliliği, sıcakkanlı hemşeriliği değil mi? Fakat nedense güncel yapıtlarımız bu dokuya değer vermiyor, ona bir sıfır gibi bakıyor ve soyut, boş değerleri öne sürerken elde olanı da yok ediyorlar. Sadece çevremizi korumak anlamında da demiyorum. Belki daha doğrusu, bu kentsel, doğal ve kültürel dokuyu korumanın değil, onu inceleyip yorumlamanın, gözden kaçmış detaylarını ve özelliklerini ortaya çıkarmanın, onu kutlamanın yollarını bulmak lazım. Neden kendi kendimizi yok etmeye bu kadar çaba sarf ediyoruz? Sanki o dokuda korkunç veya utanç verici bir şey saklı ve onu görmezden gelmek, tüm delilleri ne pahasına olursa olsun yok etmek gerek. Bu isteği iyi veya kötü anlamda değerlendirmemek daha doğru olabilir. Bu da bir insanlık hâli ne de olsa. İzmir’de buna ilişkin bir hüzün de var bence. Belki de dediğin gibi biraz yabancı olduğum için yanlış anlamışımdır.

M.D/Türkiye’de son dönemde Santralistanbul kamu adına toplanan eserlerden oluşan koleksiyonunun müzayede ortamında dağıtılması, AKM veya Ankara müzelerinin belirsiz akıbeti, Borusan Art Center’in kapatılması gibi (buna son dönemde Emek Sineması’nı da dâhil edebiliriz) olaylar sanatçılar açısından sözün bittiği yerdi. Sanatın kurumsal olarak var olması ve bellek edinme süreci şu an daha önce de bir yerde yazdığım gibi “vicdan” ile “cüzdan” arası bir yerde sıkışmış vaziyette. İnisiyatifler ve bağımsız sanat oluşumları bu anlamda çok önemli bir yerde duruyorlar. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?

Bu olaylar üzücü ama pek de şaşırtıcı değil. Böyle ters olaylar hep olur ama sağlıklı bir sanat ortamının temeli sanatçıların birbirlerine verdiği destek ve ortaklığa dayanır bence. Bu tür şirketler, belediyeler veya devlet tarafından kurulan sergi alanlarının, müzelerin ve sanat merkezlerinin sanatçıların pratiğini desteklemekle pek ilgili olmayan endişeleri, yükümlülükleri ve amaçları var ve bu çok doğal bir şey. Ama ben bir şirketi, belediyeyi, devleti işletmekten nasıl anlamazsam, bunları yöneten kişiler de sanatçıların amaçlarından, gereksinmelerinden, görüş açılarından nasıl anlasınlar? Tabii sanat tarihçileri, küratörler, galeriler de var arada ama onların da görüş açıları, amaçları ve yükümlülükleri sanatçılarınkinden farklı. Saygısızlık etmek değil amacım ama herkesin farklı rolü var bu işte.
Bizim birbirimize destek olup, günlük pratiğimizden ortaya çıkan gereksinmelere hitap eden imkânları birbirimize, yani ortak sanat ortamımıza sağlamaya çalışmamız ve böylece gerçekten güncel, bağımsız ve dinamik bir diyalog yaratmamız lazım. Çok farklı, çeşitli olasılıklar gerçekleştirilebilir. Yani bizim de biraz yol yordam bulup, keşfedip, icat edip göstermemiz gerek. Sanatçı inisiyatiflerinin ve bağımsız alanların da rolü bu bence. Tabii çoğumuzun büyük maddi imkânları yok. Ama hepimiz elimizden geleni yaparsak, bence, ne yapılması gerektiği, neyin etkili ve uygun olduğu, devletin veya sanatseverlerin sanatçılara ve sanat üretimine nasıl destek olabilecekleri net bir şekilde ortaya çıkar. Belki piyasanın burada çok etkin olmamasından dolayıdır, İzmir’de böyle bir temel oluşuyor bence. Umarım herkesin desteği ve katkılarıyla gelişmeye devam eder.

M.D/Flash Atölye, içeri  kolaylıkla girebileceğin, seni içine alan bir mekân. Çevre ilişkisini işlerle çok iyi kuruyor. Bunu nasıl başardınız?

Bu iç-dış ilişkisi zaten özellikle bu mekânı tutmamızın ve bu amaçla kullanmaya başlamamızın bir nedeniydi. İki yanı cam, ufak bir alan ve bu nedenlerden dolayı içerisi dışarıyla çok bağlantılı olan bir mekân. Sanırım şimdiye dek katılan sanatçılar için de bu bağlantı ve çevrenin – yani pasajın ve çarşının – kişiliği kurdukları işler için çok önemliydi. Pasaj her yönüyle çok ilginç bir yer. Sanat çevresinde çoğu kişi sanırım sergilerin sadece açılış günündeki halini biliyor. Hâlbuki neredeyse her sergi için birkaç günlük hazırlık var ve özellikle yurtdışından gelen dostlar birkaç günlüğüne atölyelerini orada kurup çalışıyorlar da. Bu hazırlık sürecinde perde filan yok. Gelip geçen, karşıdaki büfede oturup öğlen yemeği yiyenler, komşu esnaf, olup biteni izliyor, bazen gelip sanatçılarla çay içip sohbet ediyorlar. Bu süreç bence aslında mekân için çok önemli. Bir emek var, her ne kadar garip olursa olsun titiz bir çalışma var. Bu açıdan, çoğu sergi aslında birkaç günlük bir performans olarak başlıyor. O görünmeyen göz var ya, aslında her atölyede bulunur, ama burada onunla gerçekten tanışıp konuşabilirsin de. Çoğu zaman adı Terzi Arif Abi ya da Berber Ahmet oluyor. Sanırım çevreyle oluşan ilişkiler çoğu zaman böyle ortaya çıkıyor.

M.D/En son Flash’ın blog’unda arkadaşın Christina McClelland’a ait bir işini paylaşmışsın, ben işini çok beğendim. Acaba  kendisini de Flash’a davet edecek misin?

Christina, Olivia’yla benim için yakın bir dost ve işlerini ikimiz de çok beğeniyoruz. Onu en başta davet ettik ve yapacağı sergiyi detaylı bir şekilde planlamıştık. Fakat maalesef zamanlamayı bir türlü denk getiremedik. Flash’ı devam ettirebilirsek Christina’yı yine davet edeceğiz tabii.

M.D/ İzmir’de mutlu musun?

İzmir’de çok mutluyum fakat yakında kişisel çapta iyi kalite kâğıt ve bira üretimine başlamam gerekebilir.

Atölye hakkında ayrıntılı bilgi http://flashatolye.tumblr.com adresinde bulunabilir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto By James Engelhardt Ecopoetry is connection. It’s a way to engage the world by and through language. This poetry might be wary of language, but at its core believes that language is an evolved ability that comes from our bodies, that is close to the core of who we are in the world. Ecopoetry might borrow strategies and approaches from postmodernism and its off-shoots, depending on the poet and their interests, but the ecopoetic space is not a postmodern space. An ecopoem might play with slippages, but the play will lead to further connections. Ecopoetry does share a space with science. One of the concerns of ecopoetry is non-human nature (it shares this concern with the critical apparatus it borrows from, ecocriticism). It certainly shares that concern with most of the world’s history of poetry: How can we connect with non-human nature that seems so much more, so much larger than ourselves? How can we understand it? One way

Art in İsolation Online Exhibition / Santa Clarita

Art in İsolation Exhibition Virtual  Link

Satın Alınamayan Ortak Kader “Yeni Normal”

Yeni normal.Şu günlerde oldukça duyduğumuz bu kavram  tuhaf ve ıssız olan bir uzamda huzursuzluğun kaygıya doğru  birleşme yarattığı noktada var olmakta.İçimizde bulunduğumuz gerçeklik şimdilerde böyle tarif ediliyor.Acaba gerçekten böyle mi? Yeni ve normal mi?Yeni olan gerçeklik acaba normalleştirici mi?  Bugünlerde çoğu insan nasıl normalleşeceğimiz konusunda tartışıyor, kakafonik tarzda bu tartışmalar hiçbir  şeyin eskisi gibi olmayacağını ifade eden gürültülü haber bültenlerine yakın benzerlikte yorumlarla beraber buharlaşıyor.Aslında anlamların, kavramların,temsillerin ağına yakalanan  vahşi anlamsız  bedenler olduğumuz gerçeği (Erasmusvari tabiriyle bir  “homo bulla”)ile karşı karşıyayız.Bunun yanı sıra insan hayatında korku ve izalosyonun tam ortasındayken derin ve olumlu bir değişim olabileceği inancıyla uyanıyoruz.Kapitalizmin rasyonalitesi ve şiddetli sonuçları olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizlikle karşı karşıya kalan insanlar olarak kendi “elleriyle” işledikler