Ana içeriğe atla

Âh, mîn-el piyasa ve’l siyasa!


Alkan'dan Türköne'ye Serzeniş: “Tuğrul İnançer Bizim Terbiyemiz Diyor Size Ne Oluyor!”


İftara yakın televizyonda dini sohbet seyretme mûtadım yoktur, lâkin tesadüf; ortalığı kırıp geçiren o meşhur repliği tesadüfen canlı canlı seyrettim.
Dikkatimi çekmedi, daha doğrusu bazı arkadaşların tasvir ettiği üzere tüylerim diken diken filan olmadı. “Doğru söylüyor adam yahu” diye düşünmüş olmalıyım ki, muhtemelen yeniden Yeşilçam filmi gösteren kanala döndüm. Yani bende bir alârm veya şiddetli rahatsızlık, bir hakarete uğramışlık durumu hâsıl olmadı; “Bunun adı realizm değildir, bunun adı terbiyesizliktir” cümlesine katılıyordum, çünkü –şimdi şaşıracaksınız- konuşmacının ne söylediğini anlamıştım!
Evvela zaruri bir tavzih: Tuğrul İnançer ile tanışıklığım, hısımlığım, samimiyetim, hatta merhaba demişliğim yoktur. Gıyâben bilirim, o kadar.
Anlamayan veya anlamamakta ısrar edenlere (ki bunlara bir yazar komşum ile bir partinin kadın kolları başkanı hanımefendi de dâhil) tekraren ifade ediyorum: Sayın İnançer, kadının teşhiri olgusunu eleştiriyor orada; sadece hamile hanımlara dair konuşmuyor, “Kanatlısı-kanatsızı” imâsıyla mümkün mertebe müeddeb geçtiği hadise, kadın imajına yaslanarak ticari hacimler icad edilmesidir ve eğer anlamış iseniz, bilmemne otomobilinin yeni modeli üzerine niçin yarı üryan bir genç kız yatırılmasındaki nükteyi (!) de kestirebilirsiniz.
Satılabilir her şeyin yanına kadın imajı koymakta bir hinlik görmeyenlerden bir piyasa filozofu iseniz, evet, mâzursunuz; konuşmacı –biraz talihsiz bir ifade ama- yazar arkadaşımın tabiriyle “edepsizce” bir şey söylemiştir. Kadın kolları başkanı hanımefendi de, -Bu işin aması-maması olmaz- şeklinde özetlenen, “Kadınlar amasız istediği her kıyafeti giyebilir” fikrinde de mâzurdur. Âh min-el piyasa ve’l siyasa!
Burada başka bir şeyden, olması gerekenden söz ediliyor; olandan değil. Üstelik konuşmacı, “bize” dair bir şeyden bahsediyor, “Bizim terbiyemiz” diyor. İsterseniz, hâlâ doğru-dürüst anlaşılamayan o cümleleri yeniden hatırlayalım: “Hamileliği davul çalarak ilân etmek de bizim terbiyemize aykırıdır. Bööyle karınla sokakta gezilmez. Bazı şeyler şimdi kanatlısı-kanatsızı... ayıptır ayıp! Bunun adı realizm değildir, bunun adı terbiyesizliktir!” Ne davulla teşhiri gereken bir iftihar hali (ki görgüsüzlüktür), ne de bir ayıp veya günah gibi gizlenecek bir utanç; tabii, hatta güzel bir hâl lakin her tabii ve güzel hâlin teşhiri gerekmediği gibi, hamileliğin de lüzumundan fazla teşhiri kınanıyor. “Bizim terbiyemiz”de kadınlık, iffet ve ismet kavramlarının maddeye bürünmüş halidir; onu ima ediyor ayrıntıya girmeden... “Benim bedenim, niçin utanacakmışım” noktasından hareketle bedenini billboard gibi gündelik hayatın içine sergileyen yorum sahiplerine, “Biraz hayâ edin yahu; herşeyin görünmesi iyi değildir, hattâ görünmemesi daha güzeldir” demeye getirerek esasen bir tesettür teorisi yapıyor. Eh, koroya katılmak, “Aa, bir de tasavvuf düşünürü olacak; ayıp ayol, homongolos seni!” diye fikir sahibinin ağzına bir avuç biber dolduran zümreye iltihak etmek “keyifli” olurdu ama vâ esefâ, Tuğrul İnançer’i bu hususta tamamen haklı görüyorum; bu fikrin daha güzel, daha anlaşılır, belki biraz daha uzun (İcazlı söyleyiş bazı zihinlerde teşevvüşe sebeb oluyor. Bkz; bu hadise!) ifade edilebileceği kabul edilmelidir ama bu durum ana fikrin metanetini sarsmaz.
Kaldı ki bir fikirdir ve bazı vekillerimizin mensuplarımızın yaptığı gibi dağda pusuya yatırılmış silahlarla da savunulmamaktadır. Silahla savunulan fikirlere bile medyamızın bazı kötü şöhretli mahallelerinde büyük hürmet gösterilip itibar edilmekte iken, “Hamileler kendini teşhirden içtinab etmeli” diyen bir fikir erbabına seri kaatil muamelesi yapmak, “Bizim terbiyemiz” muvacehesinde biraz ayıp oluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto By James Engelhardt Ecopoetry is connection. It’s a way to engage the world by and through language. This poetry might be wary of language, but at its core believes that language is an evolved ability that comes from our bodies, that is close to the core of who we are in the world. Ecopoetry might borrow strategies and approaches from postmodernism and its off-shoots, depending on the poet and their interests, but the ecopoetic space is not a postmodern space. An ecopoem might play with slippages, but the play will lead to further connections. Ecopoetry does share a space with science. One of the concerns of ecopoetry is non-human nature (it shares this concern with the critical apparatus it borrows from, ecocriticism). It certainly shares that concern with most of the world’s history of poetry: How can we connect with non-human nature that seems so much more, so much larger than ourselves? How can we understand it? One way

Art in İsolation Online Exhibition / Santa Clarita

Art in İsolation Exhibition Virtual  Link

Satın Alınamayan Ortak Kader “Yeni Normal”

Yeni normal.Şu günlerde oldukça duyduğumuz bu kavram  tuhaf ve ıssız olan bir uzamda huzursuzluğun kaygıya doğru  birleşme yarattığı noktada var olmakta.İçimizde bulunduğumuz gerçeklik şimdilerde böyle tarif ediliyor.Acaba gerçekten böyle mi? Yeni ve normal mi?Yeni olan gerçeklik acaba normalleştirici mi?  Bugünlerde çoğu insan nasıl normalleşeceğimiz konusunda tartışıyor, kakafonik tarzda bu tartışmalar hiçbir  şeyin eskisi gibi olmayacağını ifade eden gürültülü haber bültenlerine yakın benzerlikte yorumlarla beraber buharlaşıyor.Aslında anlamların, kavramların,temsillerin ağına yakalanan  vahşi anlamsız  bedenler olduğumuz gerçeği (Erasmusvari tabiriyle bir  “homo bulla”)ile karşı karşıyayız.Bunun yanı sıra insan hayatında korku ve izalosyonun tam ortasındayken derin ve olumlu bir değişim olabileceği inancıyla uyanıyoruz.Kapitalizmin rasyonalitesi ve şiddetli sonuçları olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizlikle karşı karşıya kalan insanlar olarak kendi “elleriyle” işledikler