Ana içeriğe atla

Alper Aydın – Mehmet Dere – Fırat Engin – Sibel Horada


“İSİMSİZ II”

10 – 27 Nisan 2013

Pilevneli Project, düzenlediği İsimsiz II projesiyle dört farklı sanatçıya yer veriyor. Sanatçılar Alper AydınFırat EnginMehmet Dere ve Sibel Horada’nın işleri mekâna yayılan yerleştirmelerden oluşmaktadır. İsimsiz II projesinde yer alan eserler ortak bir kavramsal çerçeve altında toplanmayıp, öncelikle diğer eserlerden bağımsız olarak sunulmaktadır. Proje alanında bir araya gelişleriyle seyirciye farklı yorumlama olanağı sunan yapıtlar, her sanatçının işini öteki eserlerle girdiği diyalog içerisinde sunmasıyla ikili bir yapı teşkil etmektedir.
Alper Aydın’ın Nuh isimli eseri, sanatçının 2010 yılında İtalya’da yaptığı işinin yeniden üretimi olarak karşımıza çıkıyor. Aydın, kestane ağacı yapraklarından yaptığı gemi formundaki bu eserini, İsimsiz II projesinde metal malzemeyle üretilmiş olarak sunmaktadır. İşlerini çoğunlukla doğa içindeki alanlarda, “arazi sanatı” olarak üreten sanatçının daha önce Adriyatik Denizi sahiline yerleştirdiği eseriyle, bu defa kapalı bir mekânda farklı bir bağlam içinde karşılaşılıyor. Aydın, bir gemiyi denizde değil de havada rüzgar gülleriyle uçar bir konumda sunmasıyla alışılageleni farklı bir düzleme taşımaktadır. Seyirciyi açık havanın sınırsızlığında bir tür düşünsel bir yolculuğa ve keşfe davet eden eser, bu defa benzer bir daveti tamamen karanlık ve sınırlandırılmış bir ortamda seyircinin hayal gücüyle deniyor.
Fırat Engin, Yaşantımda Olan çalışmasıyla aynı ebatlarda 12 bölmeden oluşan metal bir dolabın tek bölmesine yerleştirilmiş ışık kaynağıyla seyirciye gizemli bir his sunuyor. Sanatçı dolabın benzer bölmelerinden birini ön plana çıkarmasıyla benzerlikler içinde öznel farklılığın boyutlarına dikkat çekmektedir. Gizem ve öznellik bir nesne üzerinden ortaya koyulur. Dolayısıyla içinde öznelliği ve bununla bağlantılı olarak kimliği barındıran nesne olarak dolap, kimlik ve öznelliğe dikkat çeker, fakat öznellik biçimini ve kimliği belirlememesiyle bir özgürlük alanı teşkil etmektedir. Engin, okul ve işyeri gibi gündelik hayatın düzenlendiği yerlerde karşılaşılan sıradan bir nesneyi kullanmak suretiyle toplumsal alandaki sınırlandırılmışlığa vurgu yapar ve aynı zamanda çalışma nesnesini bu yapı karşısında kendini görünür kılmaya çalışan bir farkındalığın temsili olarak sunar.
Mehmet Dere’nin Papercut isimli yerleştirmesi 56 adet desen çalışmasından oluşuyor. Sanatçının bu çalışması spesifik olarak bir konunun üzerine odaklanmaktansa bir sürecin ortaya koyulması üzerinden şekillenmiştir. Eserin çıkış noktası sanatçının Türkiye’de bulduğu, Fransızca öğrenen birinin el yazısıyla yazdığı bir çalışma defterine dayanmaktadır. Dere, 2009 yılında Fransa’nın Saint-Cirq-Lapopie kasabasında katıldığı rezidans sırasında defter üzerinde çalışmaya başlayarak, içinde yer alan kelime ve cümlelerin ifade ettiği anlam(sızlık) üzerinden Google’da görsel aramaları yapmıştır. Bu aşamada karşılaştığı görsellere müdahale ederek kimi zaman Warhol gibi kültürel bir ikonu dönüştürürken kimi zamansa, sadece bir hayvan silueti gibi açık bir referansı bulunmayan imgeleri manipüle ederek sunmaktadır. Dolayısıyla sanatçının bulduğu görsellere müdahale etmesiyle şekillenen bu desenler defterdeki cümlelere tekabül ederken, kurmuş olduğu kavramsal bir ilişkiden ziyade karşılaştığı bir durumun sürece aktarılmasıyla üretilmiştir. Böylelikle yerleştirmedeki her bir desen, seçimin rastgeleliğiyle beraber parçalanmış bir yapıya gönderme yapar.
Sibel Horada’nın İsimsiz Makine ve Son İzlenimler adlı işleri, faaliyeti durdurulup kapatılan Hamursuz Fırını’nda 2012 yılında katılmış olduğu Bir Mekânın Tüketilme Denemesi  grup sergisinin ardından İsimsiz II projesinde yer alıyor.İsimsiz Makine çalışmasıyla sanatçı, üretim yapmayı durdurmuş hamursuz makinesinin çalışırken kaydettiği görüntülerini, makinenin çalışma mekanizmasını farklı açılardan gösteren detaylar halinde 14 farklı ekranda parçalara ayırarak sunuyor. Sanatçının Son İzlenimler işiyse hamursuz formunda kağıt üzerine baskılardan oluşuyor. Eser artık kullanılmayan bu hamursuz makinesinin aynı zamanda son ürünleri olarak sanatçının İsimsiz Makine eserine eklemlenmektedir. Horada, yaşam formlarının üretim ve tüketim süreçlerine atıfta bulunduğu bu eserleriyle günümüz koşullarında değişen kültürel pratiklere de dikkat çekiyor.
İsimsiz II, 10 Nisan – 27 Nisan 2013 tarihleri arasında Pilevneli Project’te izlenebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto By James Engelhardt Ecopoetry is connection. It’s a way to engage the world by and through language. This poetry might be wary of language, but at its core believes that language is an evolved ability that comes from our bodies, that is close to the core of who we are in the world. Ecopoetry might borrow strategies and approaches from postmodernism and its off-shoots, depending on the poet and their interests, but the ecopoetic space is not a postmodern space. An ecopoem might play with slippages, but the play will lead to further connections. Ecopoetry does share a space with science. One of the concerns of ecopoetry is non-human nature (it shares this concern with the critical apparatus it borrows from, ecocriticism). It certainly shares that concern with most of the world’s history of poetry: How can we connect with non-human nature that seems so much more, so much larger than ourselves? How can we understand it? One way

Art in İsolation Online Exhibition / Santa Clarita

Art in İsolation Exhibition Virtual  Link

Satın Alınamayan Ortak Kader “Yeni Normal”

Yeni normal.Şu günlerde oldukça duyduğumuz bu kavram  tuhaf ve ıssız olan bir uzamda huzursuzluğun kaygıya doğru  birleşme yarattığı noktada var olmakta.İçimizde bulunduğumuz gerçeklik şimdilerde böyle tarif ediliyor.Acaba gerçekten böyle mi? Yeni ve normal mi?Yeni olan gerçeklik acaba normalleştirici mi?  Bugünlerde çoğu insan nasıl normalleşeceğimiz konusunda tartışıyor, kakafonik tarzda bu tartışmalar hiçbir  şeyin eskisi gibi olmayacağını ifade eden gürültülü haber bültenlerine yakın benzerlikte yorumlarla beraber buharlaşıyor.Aslında anlamların, kavramların,temsillerin ağına yakalanan  vahşi anlamsız  bedenler olduğumuz gerçeği (Erasmusvari tabiriyle bir  “homo bulla”)ile karşı karşıyayız.Bunun yanı sıra insan hayatında korku ve izalosyonun tam ortasındayken derin ve olumlu bir değişim olabileceği inancıyla uyanıyoruz.Kapitalizmin rasyonalitesi ve şiddetli sonuçları olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizlikle karşı karşıya kalan insanlar olarak kendi “elleriyle” işledikler