Ana içeriğe atla

FIRST BLOOD &MASA // AÇILIŞ /// 23 KASIM SAVE THE DATE












Mehmet Dere işlerinde kendi ifadesiyle 'gorunmez hikayeleri' toplamayi sever,Dere icin bir butun genellikle kucuk parcalardan olusan bir zamanda yolculuktur.Dere gerceklikle olan hesaplasmasinda ve gercekligi uretme noktasinda  bu yonuyle islerini surekli besler.


FIRST BLOOD çeşitli buluntu kartpostallardan oluşan bir düzenleme. Bu kartpostallar aynı zamanda Mehmet Dere’nin gerçekliğe teması; Bu temas sanatsal kurumlara, sanat üreticilerine, tacirlerine, müze animatörlerine, fon yöneticilerine, özel koleksiyonerlere ve sergilere gitme isteğini kendisinde duyan izleyici ve tüm sanat sistemi olarak adlandırdığımız bütüne gönderme yapıyor. 
Çalışma ‘aktör’, ‘sanatçı’ ya da ne dersek diyelim sanatsal üretim koşullarını belirleyen ve bunun ortaya cıkması üzerine denetim kuran “piyasa” tabir edilen baskıcı çerçeveyi keşfetmeyi hatırlatacak türden. Bu bir çeşit Louise Lawler’ın yapıtlarını andıran bir bakış olarak da okunabilir, tek fark bu bakışın ‘birarada oluştan’ kaynaklanmasıdır. 
Herkesce malum gerçeklerin yeniden keşfi bu anlamda hatırlatıcıdır. Dere kurgusundaki ilaç kartpostallarının kullanıldığı sanat eserleri arasındaki hastalıklı bakışı gizli bir simya işlemi yaparak, yalın olanı çarpıcı olarak görünür kılar. Bu sahte olay; ölü birinin nabız atışının yeni bir gösterisi olarak da okunabilir. Kartpostalların temsil gücü; onlara sahip olan ve onlar aracılığıyla kendi güçlerini onaylatan herhangi bir kurumun temsil gücünden başka ne olabilir?

FIRST BLOOD; Popüler kültürün kült filmlerinden Rambo serisinin ilk filmidir. First Blood filminde kasabaya geri dönen bir amerikalı askerin başından geçenler anlatılır, filmin kahramanı (John Rambo) hiç bir neden yokken ötekileştirilir, hapse atılır ve ormana kaçar. First Blood bir intikam filmidir, çünkü ilk kanı onlar akıtmıştır. Serinin ilk filminde Rambo bir çesit kahraman olarak Amerikan rüyasına gerçeğin cevabı gibidir. Duygusal, pek konuşmayan ve “derin” bir tip. Bu anlamda film iktidar olarak tasvirin/tasvir olarak iktidarın eleştirisi gibi de okunabilir.
CV

Mehmet Dere 1979 yılında İzmir’de doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. İzmir – Gürçeşme’de bulunan Mehmet Dere’nin atölyesi aynı zamanda kurucusu olduğu 49A adlı güncel sanat insiyatifine de ev sahipliği yapmaktadır. Bu mekan güncel sanatın; gündelik hayatın ritminde var olabileceği, kendini dünyaya açabileceği, çevresiyle bütünleşebileceği alanların arayışından yola çıkarak oluşturulmuştur. Görünür ve sürdürülebilir bir somut alanın inşası olan 49A bu noktadan üretim olasılıklarını, ulaşılabilirliği ve diğer insanların projelerini bir oyun alanı içinde misafir etmeyi amaçlamakta. İlk kişisel sergilerini burada açan sanatçı aynı zamanda İzmir’de bulunan K2 Güncel Sanat Merkezi’nin eski üyelerindendir ve merkezin birçok karma sergisinde yer almıştır. Ayrıca 2010 yılında; Halil Altındere küratörlüğünde Tütün Deposu’nda “Fikirler Suça Dönüşünce”, İzmir’de gerçekleşen “Port İzmir 2, Sessizlik_Fırtına, Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali”, 2008 yılında Rotterdam’da Ong Keng Sen küratörlüğünde ve Avrupa Kültür Fonu sponsorluğunda “I am Here, The Time is Now” sergilerinde yer almıştır. “27. Günümüz Sanatçıları Sergisi”, Akbank Sanat Beyoğlu’nda özel ödüle layık görülmüştür. 2007 yılında 10. İstanbul Bienali Santral İstanbul’da gerçekleşen özel proje de yer almıştır. Türkiye kültür tarihi üzerinden hareketle yerel ve toplumsal bellek araştırmalarına odaklanılan bir dizi ironik ve sözünü esirgemeyen  kurgudan oluşturulmuş olan ve Rampa’da gerçekleşen “Ne Gülüyorsun? Bu senin hikayen” adlı sergi sanatçının ilk kapsamlı kişisel sergisidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto

The Language Habitat: an Ecopoetry Manifesto By James Engelhardt Ecopoetry is connection. It’s a way to engage the world by and through language. This poetry might be wary of language, but at its core believes that language is an evolved ability that comes from our bodies, that is close to the core of who we are in the world. Ecopoetry might borrow strategies and approaches from postmodernism and its off-shoots, depending on the poet and their interests, but the ecopoetic space is not a postmodern space. An ecopoem might play with slippages, but the play will lead to further connections. Ecopoetry does share a space with science. One of the concerns of ecopoetry is non-human nature (it shares this concern with the critical apparatus it borrows from, ecocriticism). It certainly shares that concern with most of the world’s history of poetry: How can we connect with non-human nature that seems so much more, so much larger than ourselves? How can we understand it? One way

Art in İsolation Online Exhibition / Santa Clarita

Art in İsolation Exhibition Virtual  Link

Satın Alınamayan Ortak Kader “Yeni Normal”

Yeni normal.Şu günlerde oldukça duyduğumuz bu kavram  tuhaf ve ıssız olan bir uzamda huzursuzluğun kaygıya doğru  birleşme yarattığı noktada var olmakta.İçimizde bulunduğumuz gerçeklik şimdilerde böyle tarif ediliyor.Acaba gerçekten böyle mi? Yeni ve normal mi?Yeni olan gerçeklik acaba normalleştirici mi?  Bugünlerde çoğu insan nasıl normalleşeceğimiz konusunda tartışıyor, kakafonik tarzda bu tartışmalar hiçbir  şeyin eskisi gibi olmayacağını ifade eden gürültülü haber bültenlerine yakın benzerlikte yorumlarla beraber buharlaşıyor.Aslında anlamların, kavramların,temsillerin ağına yakalanan  vahşi anlamsız  bedenler olduğumuz gerçeği (Erasmusvari tabiriyle bir  “homo bulla”)ile karşı karşıyayız.Bunun yanı sıra insan hayatında korku ve izalosyonun tam ortasındayken derin ve olumlu bir değişim olabileceği inancıyla uyanıyoruz.Kapitalizmin rasyonalitesi ve şiddetli sonuçları olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizlikle karşı karşıya kalan insanlar olarak kendi “elleriyle” işledikler